Vietnam – Kamboçya




Angkor Wat tapınağı Budist rahipleri
            Kasım 2010 içerisinde bulunan 9 günlük bayram tatilini fırsat bilerek, her zaman merak ettiğim ve fotoğraf çekmek için ideal görüntülerin olduğunu düşündüğüm Vietnam, Kamboçya ve aktarmalı gideceğimiz Malezya Kuala Lumpur turuna katılma kararı verdik. Adı zaten uzak doğu olan bu uzak mekana gitme stresi, karar verdikten sonra gideceğimiz güne kadar artarak devam etti.  Özellikle planımızı paylaştığımız dostlarımızın “ ne işiniz var oralarda?, çok uzak?, o kadar yolu havada nasıl geçireceksiniz? gibi “ soru ve yorumlar ile stresimizi bir kat daha arttı. Her zaman için modern taşıma araçlarına güvenen ben bile, havada kesintisiz kalacağımız 11 saatlik uçuşun stresini yaşamaya başladım.   10 Kasım günü sabah 6:00 da Bursa'dan başlayan yolculuğumuz Atatürk hava alanında 10:30 bitti. Bir süre beklemeden sonra chec-in işlemleri yapıldı ve uçağa alındık. İçeride bir süre sonra bize ikram edilecek yemeklerin baharatlı kokuları hafiften bizi rahatsız ettiği gibi gezinin geri kalını içinde bir miktar fikir verdi. Oldukça geniş ve ferah olan uçakta gelişmiş enteraktif eğlence modülü mevcuttu. Hızla dolup kalkışa geçen uçakla birlikte bizde yolculuğumuza başlamış olduk. Kabin ekibi oldukça güler yüzlüydü. 11 saat 2-3 film, bilgisayar oyunları, koridor gezintileri, biraz kestirmeler, koltuk ziyaretleri ve akşam yemeği, sabah kahvaltısı, ara öğünler ile birlikte geçtiğinde Kuala Lumpur hava alanına inmiştik bile. Dünyanın diğer ucunda ekvatora yakın bir noktada zaman ve mekan duygusunu kazanmaya çalışarak aktarma yapacağımız bu büyük hava alanının satellit tabir ettikleri büyük bir terminalinden, otobüslerle ana terminale geçildi. Saat 11:00 da Kamboçya Seam Reap kentine uçacağız. Yerde olmanın keyfini çıkararak uçuş saatine kadar çevreyi, kahvelerini tadını ve gördüğümüz insanları inceledik. Dönüşte bir gece kalacağımız Kuala Lumpur kentine daha sonra tekrar geleceğiz.
            Türkiye ile 6 saat fark olan Malezya'dan havalandıktan yaklaşık 2,5 saat sonra Seam Reap hava alanına indik. Saat farkı 6 dan 5'e indi. Küçük ve uzak doğu mimarinin özelliklerini taşıyan bu hava alanı ancak bakir bir ülkenin olabilirdi.   Daha önce vize işlemleri halledildiği için hemen pasaport kontrolüne geçildi. Vize almasanız dahi kapıdan 25 dolar karşılığı almanız mümkün. Bu bedeli çıkışta da çıkış harcı olarak tekrar alıyorlar. Pasaport kontrolünde ayrıntılı bir inceleme ve fotoğraf çekiminden sonra kendimizi döviz bürosunun önünde bulduk. Yabancı bir ülkeye gittiğinizde doğrusu onların parası ile alışveriş yapmak en akıllıcası. Dolar geçse de her şeyin pahalı olduğuna emin olabilirsiniz. “One dolar” her şey için neredeyse geçerli. Döviz değişim işlemini hava alanı gibi güvenli yerlerde yapmak sahte para yönünden oldukça yararlı olacaktır. 2,5 gün kalacağımız Kamboçya’da 100 dolar bozduruyoruz. Biraz da dolar harcayarak bu para bize yetecek. Hatta kızımızın para koleksiyonu için kağıt para bile ayırabildik. Hava alanında tüm işlemler bittikten sonra küçük ve desenli perdeler ile döşenmiş otobüse bindik. Hemen elimize tutuşturulan ıslak mendil, su gibi ihtiyaç malzemeleri çok hoşumuza gitti. Bu durum otobüs iniş ve binişlerimizde hep devam etti. Otele kadar süren yaklaşık 15 dakikalık yolculuk boyunca tüm ülkeyi boydan boya geçen bir tane asfaltlı yol olduğunu öğrendik. Buda gidiş geliş işliyordu. Yol kenarları banket ve su birikintileri ile doluydu. Sular içerisinde çok sayıda çocuk görmek mümkün.  Okul bahçesinde yalın ayak dolaşan çocuklar ve üniformaları ile küçük kanallara giren öğrenciler, bu kanallarda bir şeyler yakalamaya çalışanlar dikkatimizden kaçmadı. Bu arada şu sivrisinek işini ne yapacağız onu düşünüyoruz. Gerçi mevsim muson yağmurlarının olmadığı bir dönem ancak, hava çok nemli ve ortam çok kirli. Yol boyunca yeni yapılmış yıldızlı oteller 1998 yılında kendi savaşından kurtulmuş bir ülkenin gelişimini ve 10 yıl sonraki gelebilecek düzeyi gözümüzün önüne getirdi. Turist sayısı küçümsenmeyecek kadar çoktu. Özellikle Çin’li ve Japon turistler göze çarpıyordu. Ülkede gelip 3-4 ay yaşayan ve ev kiralayan turist sayısının da çok olduğunu öğrendik. Acaba yüzyılı aşkın süredir sömürgecilerin göz bebeği olan bu topraklarda halen sömürge savaşlarımı yapılıyor sorusu insanın aklına takılıyor. 18.yüzyıl sonlarında dönemin kralının Siyam ve Vietnam’dan korunmak için çağırdığı Fransızların sömürgeciliği çok uzun sürüyor. Olmayan Kamboçya sınırı o dönemlerde Fransızlar tarafından çiziliyor.    

Tonle Sap Gölünde denizci çocuk.
Kamboçya halkının oldukça zor geçen ve çok sayıda kayıplarla yazılan tarihleri var. Özellikle Kızıl Khmerler yönetiminde ülkede öldürülen insan sayısı 3,5 milyon. Okuma yazma bilen,  sonrasında gözlük takan herkes öldürülmüş. Umarım artık rahat bir yaşam sürme fırsatları bu halka verilir. Kamboçya toprakları oldukça verimli. Tarım, son dönemde bulunan petrol nedeniyle ve MS 800 ile 1400 yıllarında hüküm sürmüş Khmer'lerin inşa ettiği  yapıtlar ile aslında çok değerli bir ülke. Sınırlarını global ekonomiye açmış olan bu topraklarda artık ekonomik savaşların olacağını kesin.   Kentte ulaşım çoğunlukla “Tuk Tuk “ismi verilen, motosiklet arkasına takılı 4 kişilik ve 2 tekerlek üzerinde giden üstü kapalı araçlar ile yapılıyor. Bisiklet ve motosiklet yerel halk tarafından sıkça kullanılmakta. Kentin hemen dışında, Seam Reap nehrinin zaman zaman taşmasından dolayı evler yüksek direkler üzerine tek göz olarak kurulu. Avluda pişirme, yemek ve çalışma alanları mevcut.  Her evde kümes hayvanları ve sıklıkla domuz yetiştiriciliği var. Domuz eti sıkça tüketiliyor. Kabuklu deniz canlıları ve balık bol bol yiyebileceğiniz yemekler arasında. Meyveleri çeşitliliği ve tatları çok güzel. Dragon, rambutan, roi gibi tropikal meyveler yanında bildik meyveler çok lezzetli. Ananas ve muz tadı yediklerimizin çok ötesinde, burada olduğumuz sürede yemediğimiz çok meyve olduğuna eminim. Kamboçya para birimi Riel ve 1 dolar 4000 Riel eşdeğeri. Özellikle giyim çok ucuz. Gelirken  çok fazla giysi getirmeden ihtiyaçlarınızı buradan karşılayabilirsiniz. Turist diyaresi olmamak için meyve dışında çok fazla sokak yiyeceği almadığımız Siem Reap'te gittiğimiz lokantalarda bitkisel ve beyaz et ağırlıklı yemekler yedik. Balık nerdeyse her öğün mevcut. Püre haline getirilip cips gibi kızartılan  karides birazda soya sosu ile oldukça lezzetli. Bazen karşınıza anason ile tatlandırılmış muz kabuğu salatası, bazen de lahana ile yapılmış güzel bir tavuk yemeğe çıkabilir. Yemeklerde anoson ve frenk maydonozu bize   en yabancı tatlar. Birde taze kişniş yaprağı bazılarına ağır gelebilir. Ancak Hiçbir yerde kokudan dolayı zorluk çekeceğinizi sanmıyorum. Pirinç sofraların vazgeçilmez yiyeceği ve buharda tuzsuz ve yağsız pişmiş durumda. Ekmek tahmin edeceğiniz gibi sofrada yok, bol sebze ve beyaz et ile yağsız yemekler, burada halkın neden zayıf olduğunu açıklıyor.
            Zengin kültürel farklık içine düştüğünüz bu ülkede Angkor tapınakları gerçekten görülmeye değer ve ihtişamlı. Tapınaklar bölgesine girerken yine herkesin fotoğrafı çekilip fotoğraflı bir giriş bileti alınıyor. Bundan sonra her yere bu bilet ile giriş yapacağız. Özellikle bizim ziyaret ettiğimiz Angkor Wat,  Angkor Thom, Ta Prohm ve Banteay Srei tapınaklarıydı. Bu tapınaklar ile ilgili ayrıntılı tarihi bilgilere her yerden ulaşmak mümkün. Geniş düzlükler üzerine kurulu bu tapınakların  çevreleri oldukça yükse  ağaçlar ile çevrili. Başta maymun olmak üzere bir çok orman canlısı da çevrede var. Budist ve Hindu simgelerinin çokça ve ayrıntılı işlendiği bu tapınaklar mimari olarak Hindu tapınaklarının mimarisi ile büyük benzerlikler gösteriyor. Özellikle Angkor Wat tapınağı iyi korunmuş durumda. Tapınak çevrelerinde okyanusları simgeleyen göletler mevcut. Tüm bu tapınaklar içerisinde en etkileyici olan ve Thomb Rider filmine   plato olmuş, Ta Prohm tapınağı. Şu anda Hindistan'ın mali desteği ile onarılıyor. Duvarların üzerinde filizlenen 30-40 m yüksekliğindeki ağaçların dev köklerini duvardan toprağa saplamış olmaları tapınağa mistik bir hava katıyor. Tapınaklar halen ibadetin devam ettiği, denk gelirseniz Budist rahipleri görebileceğiniz yerler. Tapınaklar içerisinde Buda heykellerinin önüne meyve yerleştirmiş, tütsü yakan ibadet eden insanlar mevcut. Bunu birazda yardım toplamak   için yapıyorlar. Tapınak çevresindeki göletlerde nilüfer çiçekleri ve ağaç polenlerinin su üzerinde oluşturduğu yeşil örtü farklı bir atmosfer oluşturuyor.  Eski medeniyetlere ait olan diğer kalıntılara bakılacak olura Angkor tapınakları ayrıntılı işçiliği ve kapladıkları geniş alanlar ile farklılık oluşturur. 1992 yılında UNESCO tarafında korumaya alınan bölge eskiye göre daha şanslı. Fotoğrafçılar için cennet olan bu alanda Güneş doğuşunda ve batışında ayrı ayrı ziyaret edilmesi gereken alanlar mevcut. Örneğin Angkor Wat 'ı ziyaret edecekseniz akşam üstü ziyareti ışık yönünden daha iyi olacaktır. Zira Angkor Thom da aynı zamanda ziyaret yerinde olur. Ta Phrom tapınağı tenha sabah saatlerinde iyi fotoğraf alınabilecek bir alan. Budist rahiplerin parlak portakal rengi giysileri de fotoğraflarda oldukça etkileyici olur. Bu nedenle onları takip etmekte fayda var. Angkor'un sözlük anlamı kutsal şehir,  Khmerler ise bu topraklarda yaşamış ana etnik grubun adı. Khmerler Kamboçya’sının yanı sıra Myanmar, Tayland, Vietnam, Laos’un önemli kısımlarını kapsayan bir uygarlık kurmuşlar. Angkor, Khmerlerin başkentiydi. Khmerler parlak dönemlerinde barajlar, kanallar, olağanüstü tapınaklar yapmışlardı. Ancak sonrasında başkentlerini Phnom Penh’e taşıyarak yüzyıllar boyunca tapınaklar bölgesinin sessiz kalmasına neden olmuşlar. Savaşlardan arta kalan zamanlarda onarılsalar da yeni savaşlarla yıkamada tekrar uğramış. Dar zamanda gittiğimiz tapınaklar bölgesini ilerleyen zamanlarda bir daha gezmek gerekecek gibi duruyor.

Angkor Wat
               2.gün öğleden sonra Tonle Sap gölüne giderek çoğunluğunu Vietnamlı balıkçıların oluşturduğu, göl üzerinde yerleşmiş, motorlu tekne ile gezebildiğimiz köy ziyareti yaptık. Dar kanalların her iki yanında bambu ve bidonlar üzerine sabitlenmiş çok sayıda, tek odalı ahşap barakalar mevcuttu. İlginç olan bu köyde kilisenin, okulların, ana okullarını ve basketbol sahasının da göl üzerinde olmasıydı. Çocuklar leğenlerle göl üzerinde geziyor ve insanlar ahşap ve ince uzun kayıkları ile bakkala benzer evlerden alışveriş yapıyorlardı. Bu gün yaşam şekilleri aynen korunan bu insanlara çeşitli kuruluşlar temiz su sağlayan güneş enerjisi ile çalışan istasyonlar kurmuş. Akşam üstü güneş batmadan hemen önce yapılan gezide balık ağlarını toplayan balıkçılar, turistlere bir şeyle satmaya çalışan tekneler, gölün bu kıyısına hareket kazandırıyordu. Yaşam olabildiğinde basitleştirilmiş bir halde hava kararıncaya kadar gözümüzün önünde akıp gitti.
            Hava karardığında kent merkezinde çoğunluğunu motosikletlerin oluşturduğu trafik kalabalığı içerisinde kenti gezme fırsatı bulduk. Kapalı çarşı tarzında yerleşime sahip bu bölgede giysi ve hediyelik eşya bulmak mümkün. Çarşının ortasında pis kokmasına rağmen mutlaka gezilmesi gereken balık ve etlerin satıldığı bir bölüm mevcut. Bugüne kadar yediğimiz balıkların kaynağını da görmüş olduk. Yiyecekler çok taze ve güzel. Manavdan bir kaç meyve alıp yemeyi ihmal etmeyim. Akşam saatlerin tezgahlar yavaş yavaş kapanıyor ve paralar sayılıyordu. Sabah erken saatlerde köylerden gelen taze ürünlerin satıldığı bu yer fotoğraf açısından büyük bir fırsat doğurabilir.
            Gün sonuna gelirken akşam yemeğini 2009 yılında Kamboçya’nın en iyi lokantası seçilen Nest’te      yedik. Fransız mutfağı ile Kamboçya mutfağını birleştirmi bu lokanta yöresel yemeklerden sonra iyi bir mola oldu.

Tha Phrom tapınağı anıt ağaçları
            Kamboçya’da masaj bir kültür halinde ve mutlaka yaptırmanızı öneririm. Ayak masajı 1 saat kadar sürüyor. Masaj sonrası verdiğiniz 1-2 dolar bahşiş onları mutlu  etmeye yetiyor. Masajları 15-30 dolar arasında yaptırabilirsiniz. Sanıldığını aksine artık fuhuş ile devlette mücadele ediyor. Bu nedenle kaldığımız süre boyunca olumsuz bir şeyle karşılaşmadık. Özellikle internette çocuk istismarı ile ilgili okuduğumuz şeyler bizi üzmüştü. 10 gün sürecek gezimizde çocukların işportada kullanıldığı tek yer Seam Reap oldu. Çok ısrarcı ve zaman zaman ağlayarak bir şeyler satmaya çalışıyorlardı. Ancak ülkemizde de sıklıkla gördüğümüz yapışkan satıcılar burada yok.
            Ertesi gün sabah geldiğimiz hava alanından, pervaneli, küçük kapasiteli bir uçak ile Ho Chi Minh kentine geçiyoruz. Saigon aslında güney Vietnam’ın başkentiyken savaş sonrası Hanoi başkent olmuş. Ho chi Minh'in ölümünden sonra kentin Saigon  olan ismi Ho Chi Minh City olarak değiştirilmiş. Modern bir dış hat terminali olan bu komünist ülkede biraz tedirgin pasaport polisine yaklaşıyoruz. Başta vizesiz girebileceğimizi söylesekte 20 dakikalık bir araştırma sonrasında geçiş yapabiliyoruz. Hava alanından çıktıktan sonra nemli hava bizi karşılıyor. Hava alanından otele kadar olan sürede yollardaki inanılmaz motosiklet sayısı ve trafik yoğunluğu bizi şaşırtıyor. Telefon direkleri bizim yetmişli yılların teknolojisi ile döşenen kalın siyak hatlar ile dolu. Direklerde bu kablolar dev bir saçak haline geliyor. Yollar ağaçlar ile süslenmiş, ağaçların üzerinde numaralar mevcut ve her ağacın bir künyesi oluşturulmuş. Tayfun ülkesi olan Vietnam da ağaçların sık sık devrildiğini öğreniyoruz. Devrilen ağaç numarası verildiğinde ekipler hemen gelip ağacı kaldırıyor. Motosiklet sayısı ve motosiklet üzerinde yapılanlar ve manzaralar her sokağa çıkışınızda sizi etkiliyor. Arka koltukta her çeşit yükü taşıyan, bebek emziren, kitap okuyan, çok sayıda kişi görmek mümkün. Nüfusun 85 milyon ve fakirliğin oldukça yüksek olduğu bu ülkede bütün ulaşım motorlarla yapılıyor. Mal transferlerinin ve zaman zaman taksi servisinin de yapıldığı bu motosikletlerin kazasını kaldığımız yaklaşık 5 gün boyunca çok fazla görmedik. Motor sürücülerinin yüzlerinde göreceğiniz rengarenk maskeler  aslında salgın bir hastalık var izlenimi uyandırsa da gerçek neden motosikletlerin egzos dumanı. Yolda yürümek bile rahatsızlık veriyor. Kask takmak zorunlu ve takmamanın cezası oldukça fazla.  Kask ve maske ile ilgili ayrıntılı bir foto kitap çıkarılabilir. Zaten motorların bu çok çeşitli kullanımı ile ilgili olarak basılmış bir kitapta göreceksiniz.

Ardı arkası kesilmeyen motosikletler.

Vietnam uzun bir süre Fransa etkisinde kalmış bir ülke, kent merkezindeki postane binası, Notre Dame Katedrali ve bir çok Fransız mimarisi öğelerini taşıyan bina görmek mümkün. Postane binası  Eyfel tarafından tasarlanmış ve yapılmış. Daha geçmiş yıllara kadar yaklaşık 80 yılını bu postanede geçirmiş bir posta memuru ziyaret için insanları bu binaya geldiğini öğreniyoruz. Vietnam da barkotlu fiyat etiketi olan ürünler devlet kontrolünde satıldığından pazarlığa kapalı. Ancak fiyat konusunda da güvenebileceğiniz yerler. Turizm polislerine yollarda rastlamak mümkün, yürüdüğünüz yol boyunca karmaşık trafiği sizin için düzenlemek görevleri. Şehir merkezinde olgun ağaçların süslediği geniş parklar mevcut. Bu parklarda öğrencileri, aşıkları, motorların üzerinde yatan insanları görmek mümkün. Gecenin ilerleyen saatlerinde hareket halindeki motorları bu parkların kenarlarında dizili görebilirsiniz. İş kıyafetleri ile gündüz mesailerini yapan insanlar akşam mini eteklerle eğlence merkezlerin yine motorları ile gidiyor. Saigon kendi ışıltısı olan ve  uyumayan bir şehir. Güvenli mi? derseniz bir çok avrupa kentinden daha güvenli olduğunu söylemek mümkün. Saigonda Rex otel  parlamento binası yakınında ve Vietnam savaşı sırasında gazetecilerin konuşlandığı bir yer olduğu için çokta ünlü. Terasında kente hakim bir noktada ilk gün akşamında aroması ve yapılışı farklı olan sıcak Vietnam kahvesi içiyoruz. Süzme aparatı olan bu kahveyi demlenmiş halde buzluda içmek mümkün. İçtiğiniz kahve şekerli ve böyle servis ediliyor.  Kendine has kokusu ve aroması olan bu kahve bizde alışkanlık yaptı. Gelirken bir miktar aldık ve içiyoruz. Ardışık günlerde Rex otel ziyaretimiz devam edecek gibi görünüyor. Vietnam da 1 dolar 19000-20000 Dong ' a eşit olduğu için fiyatlar biraz daha düşük. Pazarlık payı burada da mevcut. Ancak ana caddelerde gördüğünüz dünya markaları bir miktar ucuzda olsa Orijinal ve pahalı. Taklitler yine pazarlar da bolca var. Saigon kenti savaş sırasında Amerikalı güçlerin konuşlandığı ve ülkeye girdikleri şehir. Asıl çatışmalar Chu Chi tünellerinin sık ağaç ve bambularla çevrili ormanlarında oluyor. İkinci gün sabah saatlerinde bu bölgeye geçiyoruz. Vardığımızda orkide çiçeklerinin ağaçlar üzerinde yaşadığını görerek nemin ne boyutlarda olduğunu fark ediyoruz . Bölgede 200 km karelik bir alanda 10 m derine kadar giden ve 3 katlı inşa edilen çok sayıda tünel mevcut. Tünellere batılı bir insanın girmesi mümkün değil. Zaten Amerikalılarda bunu anladıkları için bir aşamadan sonra tünellere girebilecek Meksikalıları askere almışlar. Savaş bu tünellerin üzerinde ve karışıklı taktiklerle sürmüş. Çok sayıda kayıp veren iki taraftan kazanan kuzey Vietnam ordusu bildiğiniz gibi. Bu seyahatte ülkelerini savunan bu insanların ne kadar acımasız tuzaklarla Amerikalı askerleri avladıklarını görmeniz mümkün. Amerikan ordusunun burada düştüğü durumu anlatan en iyi kelime cehennem olmalı. Gezimiz sırasında çatışmaları anımsatan silah sesleri (belli bir ücret karşılığı poligonda atış yaptırılıyor) savaş sırasında bölgenin nasıl çekilmez olabileceğini gösteriyor adeta. 

Hanoi, Halong Körfezi

            Bu bölge aynı zamanda kauçuk üreticiliğinindi oldukça fazla olduğu bir yer. Farklı renk ile kodlanmış farklı yaştaki ağaçlar çiziliyor ve kauçuklar kaselere toplanıyor. Verimi düşen ağaçlar kesilip yerlerine tekrar yenisi dikiliyor. Kentler arasındaki gezilerde uçsuz bucaksız pirinç tarlaları ve meyve bahçeleri görmek mümkün. Hatta tarlalar mezarlarla dolu. Kamboçya da Budizm ağırlıklı olduğu için ölülerini yakan insanlar, Vietnam da daha çok tarlalarına gömüyor. Betondan yapılı mezarların üstü sıklıkla bordo fayans ile döşeli. Budizm ve Hiristiyanlık Vietnam da oldukça yoğun iki din.
            Saigon da mimari, kent merkezinde batı tarzında olsa bile çevrede dar araziler üzerine kurulu 2-3 kattan oluşan küçük evler dikkati çekiyor. Çamaşırlar balkonlarda askılarda kurutuluyor. İnsanların evlerinde uzun süre kalmadıklarını anlamak zor değil. Saigon bariz bir şekilde Amerika etkisinde kalmış durumda. Amerikalı turist sayısı da fazla. Bulunduğumuz dönemde Vietnam Hokey  Festivali yapıldığından dolayı Amerikalılarla aynı oteldeydik. Bu gün onuruna yapılan kokteylde Vietnam bayrağı altında dans eden Amerikalıları görmek kontrast oluşturuyordu. Ancak artık her iki taraf  savaşın etkisinde kurtulmuş Saigonun tadını çıkarmakta.   
            Saigon da geçirdiğimiz 3.gün öğleden sonra Mekong nehrinin döküldüğü Mekong deltasına uzun süren bir otobüs yolculuğundan sonra vardık. Tekneye binip delta üzerinde bulunan adacıklar içerisinde kanallarda kurulu köylerde bulunan hindistan cevizi, muz ve diğer bir çok tropikal meyve  bahçelerini gezdik.  Burada kanallarda yapacağınız kano turu oldukça keyifli geçecektir. Yeterli zaman ayıramadığımız Mekong deltası yineden en iyi fotoğraf veren yerlerden oldu. Deltanın verimli toprağını, Vietnam'ın kendine has havasını burada fark etmemek imkansız.  Uzak Doğu Asya da hindistan cevizi suyu sıkça tüketilen bir içecek. Hafif şekerli ve sudan biraz daha yoğun. Bizim alışık olmadığımız bir tat anlayacağınız.  İlginçtir ama biralar hem Kamboçya hem de  Vietnam da çok lezzetliydi. Denemenizi öneririm.

Mekong Deltasında kanallar
            3.gün akşamı Saigon havaalanına gidiyoruz. Hanoi seferini yapacak olan uçak dev bir Boing ve neredeyse bu iki şehir arasında her saat başı dolu olarak bu seferi yapıyor. İç hat seferi olan bu uçuşta uzun kuyruklara hiç kimseyi umursamadan kaynak yapan ve birazda çevresine karşı özensiz bir çok kişiyi görmek mümkün. Uçak içerisinde çok sayıda açık telefonla uçtuğumuzu inince anlıyoruz. Bizim için şok etkisi yapan bu olay oldukça doğal gibi. Geç saatte indiğimiz Hanoi şehri kuzeyde yerleşik olduğu için hava daha az nemli ve serin. Kent eski bir dokuya sahip, şehir merkezinde yollar dar ve trafik yoğun. Motosiklet olayı burada da var. Oldukça kalabalık olan bu şehir başkent. İlk sabah saat 06:00 da kalkıp 1 saatlik bir yürüyüşle kenti tanımaya çalışıyoruz. Sokak lokantaları yeni kuruluyor. Seyyar satıcılar terazi şeklindeki tezgahları ile biraz sonra satış yapacakları köşe başlarına hızlı adımlarla gidiyor. Muz yapraklarına sarılarak pişirilmiş pirinç taşıyanlarla dan tutunda, haşlayacağı tavuğu kaldırımda yıkayan satıcıya kadar çok kişiyi görmek mümkün. Yollar sokak lokantaları ile dolu. Bu bazen tüm kaldırım köşesini tutan büyük bir lokanta olabildiği gibi, bazense küçük bir sepet içerisinde karşısında iki tabure ile sandviç hazırlayan bir seyyar satıcı olabilir. Yemek sonrası tatlı ihtiyacınızı da yine sokak tatlıcılarından karşılayabilirsiniz. Genelde hafif tatlı meyve reçelleri, meyve salatalı ve jölelerinin karıştırılması ile bizim pek alışık olmadığımız tatlar elde ediliyor. Yollar ve dükkanlar mallar ile dolu. Bizim Kapalıçarşılarımızın eski hali gibi. Dükkanlardan taşan mallar ve inanılmaz bir alışveriş sıklığı var. Her sokak esnafı aynı tipte ürün satıyor. Özellikle bu karmaşa Old Qurater olarak anılan eski pazar alanında var. Kent çevreye doğru geniş sokaklara açılıyor ve yerlerini bildik mağazalar alıyor.  AVM sayısı yok denecek kadar az olan bu ülkede her birey malını satabiliyor.  Yinede fakirlik kent dışında kendisini belli ediyor. Yoksulluk bu ülkenin heral de en büyük problemi. Hanoi de müzeler, kent meydanları, Hoan Kıem gölü dışında çok fazla gezilecek yok. Ancak Ho Chi Minh mozalesi mutlaka gezilmesi gereken bir yer. 79 yaşında ölen lider, Fransa da ilk komünist partiyi kuran kişi. 1945 yılında ülkesine bağımsızlığı ve halkına özgürlüğü getiriyor. Hiç evlenmeyen ve çocuk sahibi olmayan HO Chi Minh halk tarafından baba-amca olarak anılıyor. Hayatını Fransız 'ların yapmış olduğu resmi bir bina yerine bu bina bahçesinde kurulu tek göz evde göl kenarında geçiriyor. Halk içinde yaşayan lider 79 yaşında öldüğünde devlet Rusya'dan yardım istiyor ve mumyası hazırlanıyor. Mozole de Lenin'in mozolesi ile aynı ve görkemli. Sabah erken saatte gittiğimiz mozole önü oldukça geniş ve   törenlerin yapıldığı bir meydan. İlk defa bu ülkede devlet ile karşı karşıya geliyoruz. Tüm fotoğraf makineleri, telefonlar bırakılıyor. İkişerli sıralar halinde kuyruğa girip bekliyoruz. Sessiz ve sakin.  Yaklaşık 30 dakika sonra kapılar açılıyor ve içeri alınıyoruz. 15 metrede 1 asker konuşanları susturuyor, sıradan çıkanları sıraya sokuyor. İki kat çıktıktan sonra oldukça soğuk olan ve yüksek tavanlı bir salon giriş kapısından    Ho Chi Minh'i görüyorsunuz. Her köşesinde bir askerin beklediği camlı muhafazanın olduğu bu salonda sessizlik iyice artıyor. Oldukça güzel tahnit edilmiş Ho Chi Minh ayak ucuna geldiğimde küçük bedenine karşın oldukça güçlü olan bu liderin fotoğrafını ancak beynimde çekebiliyorum.  Artık her şeyin değerini yitirdiği, ülkelerin bile nasıl kurulduğunun unutulduğu bir dünyada, bir milletin kurucu liderlerine gösterdikleri saygı ve bunu sizden de beklemeleri ve uygulatmaları başta bize anlamsız geldiyse de şu anda olmasını gerekenin bu olduğunu görebiliyoruz.
            Hanoi de gelirken özellikle gidin denilen ve  yüzyılı aşkın bir süredir hizmet veren Cha Ca La Vong isimli çorbacıya gidiyoruz. Çorba derken bizim çorba gibi değil, çorbayı sofrada siz yapıyorsunuz. Özel bir sosla marine edilmiş ve bol yağda kavrulmuş balık sofraya yanan ocak üzerinde geliyor. Sizde içine soğan, dere otu gibi yeşillikler koyup bir güzel pişiriyorsunuz. Çukur kasenizde pirinç eriştesi üzerine fıstık, soğan erişte ve balık sosu koyduktan sonrada üstüne de balığı döküyorsunuz. Enfes bir tat olan bu çorba kültürler ötesi ve her damağa hitap ediyor. Dile kolay 100 yılı aşkın sürede olgunlaşmış bir yemek tarifi. Giderseniz mutlaka uğrayın. Vietnam da Hanoi dışında şubesi yok ve Hanoi de sadece iki şubesi mevcut.
            Vietnam da geçireceğim son   günümüzden bir gün önce Halong körfez ziyareti yapacağız.  Bu bölge 3500 civarında irili ufaklı adanın olduğu, kültür inci üretiminin ve balıkçılığın yapıldığı bir yer. Teknelerle günlük veya bir kaç geceliğine kısa turlar yapmak mümkün. Bazıları kaya   ve bazıları ada olan kara parçalarının üzerinde oldukça yoğun bitki örtüsü mevcut. Bazı adalar içerisinde oldukça yüksek ve geniş mağaralar ile bu mağaraların yüz binlerce yılda oluştuğunu gösteren sarkıt ve dikitler mevcut. Ayrıca adalar arasında oldukça bakir olan balıkçı köyleri de mevcut. Adalar günün her saatinde ortama mistik bir hava katıyor. Sisli havada gördüğümüzde koca gölgeler halinde izlenirken, sabah erken güneş doğduğunda ise renkli görüntüleri ile insanı büyülemeye yetiyor. Aslında Temmuz ve Ağustos ayları bu bölge için ideal mevsimler olacaktır.

Hanoi, Old Quarter, satıcı kadın 
            Hanoi ziyaretinde sonra gezimizin ana hedefine ulaşmış olduk.  Yurt dışı gezilerimizde gezinden beklediğim en önemli şey gittiğim ülkenin farklı kültürel ve coğrafi yapısının olmasıdır. Vietnam - Kamboçya gezisinde her ikisi de fazlasıyla vardı. Tek sorun belki burada kaldığımız kısıtlı zaman oldu. Yüzyıllar boyunca buraya gelen seyyahlar, bolluğun, doğal güzelliklerin farkına vararak aç gözlülükle başlattıkları sömürgecilik bu halkların gelişiminde büyük bir engel olmuş. Savaşlar ve iç savaşlar bazen kendi liderleri nedeniyle, bazen sömürgecilerin hırsları ve politik oyunları ile yaşanmış. Uzun yıllar boyunca sınırları çizili olmayan bu topraklar, Hint, Çin ve Japonların etkisi altında şekillenmiş. Fransız'ların sömürgeciliği sonrasında son şeklini almış. Kaynayan dünyada ve Asya'nın bugünkü politik karmaşasında Çin'in egemen güç olma çabalarının önümüzdeki dönemde bölge için ne getireceğini kestirmek oldukça zor. Umarım barış ve huzur dolu günler getirir. Siz yinede bu topraklarda henüz barış varken mutlaka gidip bölgeyi gezin. Hiç pişman olmayacaksınız.

Yorumlar

Yorum Gönder